Hani “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğan” diyor ya türküde… Vatandaş pençeye mahkum olmuş kim farkında… Geçtiğimiz günlerde halk arasında bilinen adıyla “sıcak sular” resmi adıyla “ılık sular” mevkiinde bulunan ayakkabı tamircilerinin bulunduğu sokağa yolum düştü… Nostaljik, şirin ve doğal yapısıyla Eskişehirliyim diyen bir yer. Düzenlenebilir mi, elbette daha insani şartlara kavuşturulabilir, daha düzgün bir görünüme kavuşturulabilir ama olmasa da olur… Eskişehir semalarına indiğim(!) günden beri buranın benim için özel bir anlamı var. Eskiden buradan Sarısu akardı… Artık sarı suyu olmasa da kulübeleri ve 50 yıldır değişmeyen fiziki yapısıyla nostaljik olduğu kadar garip gurabanın, fakir fukaranın çokça yolunun düştüğü sıcak sularda biraz dolaştım. Elimde sapı kopmuş iki çanta, tabanı yırtılmış bir çift markalı bir ketene nasıl çözüm bulurum diye birkaç esnaf gezdim. Sağ olsunlar işimizi gördüler. Eş dost tanıdık da var burada çay çorba da ikram ederler zaman zaman… Burada bulunan esnafla küçük bir sohbet sırasında onların işlerinden memnun olduğunu da öğreniyorum. Bazıları “eskidende buraya ilgi var, ama şimdilerde ilgi bir hayli arttı. Kar marjlarımız malzemeye gelen yüksek zamlardan sonra azalsa da birilerini mutlu etmek hoşumuza gidiyor” diyen de var, “Biz küçük karlar ile küçük mutluluklar yaşıyoruz, evimizin ekmek parasını kazansak kendimizi bahtiyar kabul ediyoruz” diyende…
Özetle bir ayakkabı mağazasına giden ancak en düşük ayakkabı fiyatının 300-400 TL bandında olduğunu gören ayakkabısını, çantasını kapıp sıcak suların yolunu tutuyor. Tam da “eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” sözünün karşılığını burada görmek mümkün. Artık tamir ettirip eskiyi giymektense yeni alırım diyen vatandaş bu alışkanlığını terk etmeye başlamış. Vatandaşlar, “300-400 TL” verip de yeni ayakkabı almaktansa 100 TL verip eskiyi tamir ettirerek giymeyi bir süre daha idare etmeyi tercih ediyor.
Siz bakmayın çay bahçelerinin, restoranların, eğlence mekanlarının, lüks mağazaların doluluğuna, siz asıl ihtiyaç sahibi geniş kalabalıkların ayakkabılarını, eskiyen giyeceklerini terziye, saraca götürürken poşetler içine saklayıp utana sıkıla kıyıdan köşeden dolaştıklarını görmeye çalışın. Asla ironi yapmıyorum, asla bir şeyleri eleştirmek için de yazmıyorum. Gördüklerimi, şahit olduklarımı yazmaya çalışıyorum. Gariban 25 TL tamir parası verirken ezilip, büzülüyor, cebinin derinliklerini, cüzdanının arka kısımlarını karıştırıyor. Bunu birkaç kişiye de mal edemem, böyle o kadar çok insanımız var ki…
Tanıdığım emektar bir terzi ağabeyimiz var. Tamir ve tadilat işleri ile uğraşır. Kaç yıldır tanırım, işi gücü bırakacağını, dinlenmeye çekileceğini söyler. Geçtiğimiz günlerde otobüste karşılaştık. Kendisine sordum; “Yusuf ağabey ne yapıyorsun… Vallahi öylesine yoruldum ki işi bırakacağım ama bir türlü iş beni bırakmıyor” dedi. Sordum, ”hayırdır ağabey neden iş seni bırakmıyor” diye. “Birincisi tamirat ve tadilat işi yapan terzi azaldı. İkincisi ise müşteri memnuniyeti sebebiyle müşteriler yakamı bırakmıyor” cevabını verdi. Sormasam olmazdı. “Mağaza işi mi, evdeki eşyaları mı tamir ve tadilattan geçiriyorsun” deyince, “Eskiden mağaza işinden başımızı kaldıramazdık, şimdilerde mağaza işi tek tük geliyor. Gurbetçiler bile eskilerini tamir ettirmeyi tercih ediyor” diye konuştu. Kısaca son dönemde “eskiye rağbet artınca bit pazarına nur yağmaya” mı başladı? Ben ortaokula giderken okul müdürümüz Çetin Arslançelik vardı. Aynı zamanda bizim Türkçe ve Dil Bilgisi derslerimize gelirdi. Bu vesile ile ona bu sütunlardan selam ve dualar gönderiyorum. O derdi ki, “Eğer üçüncü dünya savaşı çıkarsa, dördüncü dünya savaşı taşla sopayla olur.” Ne demek istediğini on yıllar sonra anlıyorum… Eğer dara düşerseniz, eskileri tamir ve tadilat ederek giyersiniz… Durum bundan ibaret vesselam…