AK Parti teşkilatı günlerdir olağanüstü bir hareketlilik içinde…
Merkez ilçe başkanları Muhammed Ali Kaya ile Engin Vural’ın ani şekilde görevlerinden istifa etmesi teşkilatın gündemini bir an da altüst etti.
İstifaların ardından haftalar geçmesine rağmen yeni atamaların yapılmaması da tansiyonun giderek artmasına neden oldu.
Sanki belediye başkan adayı belirleniyormuş gibi bir beklenti, bir kulis trafiği yaşandı.
Bu süreçte okların çevrildiği isim ise AK Parti İl Başkanı Gürhan Albayrak oldu.
Albayrak’ın teşkilatta yaşanan her sıkıntının baş sorumlusuymuş gibi gösterilmeye çalışıldığını defalarca gördük.
Sanki AK Parti tarihinde sadece bu dönemde sorun yaşanıyormuş, diğer tüm dönemler güllük gülistanlıkmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı.
Açık konuşayım.
Doğru bulmadım.
Çünkü şu unutuldu hatta özellikle unutturulmak istendi.
AK Parti’de genel merkez herkesten büyüktür.
Evet, teşkilatın önerisi olur, istişare yapılır, fikir beyan edilir…
Fakat nihai karar Ankara’dadır.
Bu partinin işleyişi böyledir, yıllardır böyledir.
Bugün Gürhan Albayrak’ın da alanı sınırlı, tıpkı ondan önceki il başkanlarının olduğu gibi.
Eğer bugün AK Parti eleştiriliyorsa, bunun sebebi kararların merkezden, tek elden çıkmasıdır.
Bu eleştiriyi getirirsin, tartışırsın.
Ama il başkanını günah keçisine çevirmek doğru değil.
Nitekim süreç bunu da gösterdi.
Sonuç olarak Albayrak’ın önerdiği isimler teşkilat başkanlığına getirildi ve tartışmalar bir an da son buldu.
İl başkanı elini taşın altına koydu, süreci yönetti, şovunu da yaptı geçti.
Odunpazarı’nda Mustafa Kemal Bandırma, Tepebaşı’nda ise Serhat Tunç dönemi resmen başlamış oldu.
Ben daha önce sosyal medyada bir espri yapmıştım:
“Size Bandırma Vapuruyla Mustafa Kemal’i getirdi işte…”
Tebessüm edenler oldu!

Hatta ne yalan söyleyeyim, bir ara ben bile Albayrak’ın bu süreçten yara alıp almayacağını, isminin merkezde elenip elenmeyeceğini düşünmeden edemedim.
Çünkü gerçekten riskli bir dönemdi; herkesin gözü bir anda onun üzerine çevrilmişti.
Ama günün sonunda ne oldu?
Kriz diye sunulan konu, aslında teşkilat içi doğal bir süreçti.
Gerilim diye anlatılan şey, yönetimsel işleyişin kaçınılmaz bir parçasıydı.
Fırtına koparmaya çalışanlar sonunda hafif bir esintiden başka bir şey olmadığını gördüler.

Belki de asıl problem buydu.
Kimi çevreler Albayrak’ın yıpranmasını değil, gönderilmesini arzuluyordu.
Plan tutmadı.
Bugün teşkilat yeni ilçe başkanlarıyla yoluna devam ediyor.
Gürhan Albayrak da bütün eleştirilere rağmen yerini korudu, kimi çevrelerin beklediği o büyük hesaplaşma hiç yaşanmadı.
Ama bu süreçte gözden kaçırılmaması gereken bir detay var ki asıl ironi belki de burada gizli.
AK Parti sonunda kendi teşkilatını yine bir Mustafa Kemal ile toparladı.
Hem de Bandırma’dan…
Hani bazı isimler üzerinde konuşulmaz ya, bazı semboller üzerinden siyaset yapılmaz ya…
İşte ne hikmetse, gün gelip teşkilat krizi çözülürken bütün yollar yine Mustafa Kemal’e çıktı.

Sonunda anlaşıldı ki, kimi isimler sadece tarihte değil, siyasette de yeri geldiğinde en beklenmedik anda yön tayin edebiliyor.
Kriz mi?
Fırtına mı?
Bırakın onu…
Bu hikâyenin en çarpıcı yanı şuydu.
AK Parti içindeki en sert tartışmalar bile dönüp dolaşıp bir Mustafa Kemal’in gelişiyle sakinleşti.

Kuantum Özge der ki:
“Nasıl olur diye merak ediyorsan, evrene her sabah sor. Cevap gelecektir.”