Önce 6.2’lik ve ardından irili ufaklı İstanbul depremleri, yine  Kütahya Simav merkezli depremler ve son olarak Konya’daki deprem. Hepsi bir şeye işaret ediyor büyük felaket yaklaşıyor. Biliyorum ki bu yazıyı okuyanlar daha başlamadan yine mi “depremi yazmış” diyerek bir kaç satır sonra okumaktan vazgeçecekler. Çünkü biz ehem ile mühim arasındaki farkı çok da kavrayabilmiş bir toplum değiliz. Her şeyi son dakika yapabileceğimize inanırız en büyük acıları bile birkaç gün sonra aklımızın başka köşelerine yolcu etmeyi pek severiz. Bizim gündemimizde dedikodu, olsa, siyasi dedikodular yazsak deli gibi okunur. Çünkü biz toplum olarak magazinci bir topluma dönüştürüldük. Halbuki insan hayatını ilgilendiren çok önemli konular için ise, “büyüklerimiz nasılsa düşünür, ya da onu da büyükler düşünsün” deyip kulak ardı etmeyi sever hale gelmişiz. Çok büyük(!) TV kanalları da konuyu sulandırmak için bilim insanlarına ekranlarından önlem yerine jeoloji dersleri verdirmeyi sürdürürler.
Malum ülkemiz deprem kuşağında. Bu konuyla ilgilenen ya da ilgilendiğini düşündüğümüz pek çok uzmanımızın olduğu deprem zamanlarında öğreniyoruz. Şimdi İstanbul merkezli depremlerin ardından öğreniyoruz ki bilim insanlarının bir kısmı “Tehlike geçti, faylar streslerini attı” tezini savunurken bir diğer kısım ise bu küçük depremlerin asıl ana fay hattı üzerinde daha büyük bi enerji biriktirdiğinden söz ediyor. Eğer büyük deprem olmazsa, ”Zaten biz söylemiştik” diyenler kazanacak, büyük deprem olursa, “bakın biz zamanında uyarmıştık” şeklinde konuşacaklar. Yani öyle bir şey ki her iki ucu pis bir değneğin neresinden tutsak acaba? Bu arada Türkiye’de deprem araştırmaları ile bilinen Japon Deprem Uzmanı Yoshinori Moriwaki katıldığı bir televizyon programında korkutan açıklamayı yapıyor, “2 ay içerisinde büyük deprem riskinin beklenebileceğini” söylüyor.
26 yıl boyunca Ağustos Böceği gibi saz çalıp kapımızı zorlamaya başlayan büyük deprem öncesi telaşa kapılanlara diyebilecek bir şey yok. Bugün panik halinde herkes İstanbul’da ne yapılabiliri tartışıyor. Biz daha GSM şirketleri ile deprem anında ve sonrasında vatandaşın sağlıklı bir iletişim sağlayamamasını, “tecrübe” ile anlatmaya çalışıyorsak vay halimize!  Diyelim ki deprem olmadı, yeniden uykuya mı dalmalıyız? Ya deprem olursa o zaman ne yapmalıyız? Yani “tavuk yumurta “ meselesi…
Bu arada elbette İstanbul’da olabilecek büyük bir deprem hepimizi ilgilendiriyor. Allah korusun orada meydana gelecek deprem Eskişehir’i etkilemez mi? Daha önce defalarca Eskişehir’deki çarpık yapılaşmanın, yapı stoku yorgunluğunun oluşturabileceği bir felaketi işin uzmanlarının ağzından defalarca kere yazdık. “Öyle büyük bir felakette Eskişehir’e kim bakar?” sorusunun cevabını da aradık. Aslında Eskişehir için de hem zaman, hem de çember daralıyor. Nasıl mı? Kütahya bize kaç kilometre, yanı başımızdaki Konya da sallanıyorsa “Eskişehir için tehlike yok” diyebilir miyiz? Daha önce yazdığım gibi biz Eskişehir olarak kapımızın önünü hemen süpürmeye başlamalıyız. Zaman dar, şartlar zor ama hiçbir şey imkansız değil.
Ben bakıyorum hala asıl büyük soruna göre küçük sayılabilecek meseleler yüzünden siyasi polemikler ile vakit kaybediyoruz. Böyle olunca da asıl meselesi yana insan hayatını ıskalıyoruz ama “farkında mıyız, değil miyiz?” onu bilmiyoruz. Buradan şehrin tüm aktörlerine bir vatandaş olarak sesleniyorum; “Lütfen bu şehrin insanlarının hayatını önemseyin!”