Evden gazeteye gelirken otobüsün içerisinden tam Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi’nin karşısına asılmış bir bayrak gördüm. Bayrağın rengi kırmızı-siyahtı. Bayrakta şöyle yazıyordu, “Es Es’im 1965 ruhunu bize yaşat!” O bir kere olur diyecektim ki aklıma başka şeyler geldi. Aslında özlem duyulan 1965 ‘de başlayan o büyük yürüyüşün içindeki duyguydu. Saf temiz ve bir şehri etrafında kenetleyen ve bir başkaldırı olarak nitelenebilecek o yürüyüşe ruh veren bir şehrin insanlarının özlemiydi beklenen. O anlatılan dayanışma ve direniş hikayelerinin bugünlerde yeniden hatırlatılmasıydı istenen.

Ruh deyince bazıları yanlış anlıyor. “Nane ruhu, tuz ruhu!” Kimisi de “Kurucu ayarlar ya da fabrika ayarları” gibi kavramlar ile geçmişe ait özlemlerini ve duygularını dile getiriyorlar. Bizim aradığımız saf ve temiz başarıya odaklı, haksızlıklara isyan, doğruların yanında durabilmekten başka bir şey değil.. Karşılıksız sevginin, büyütülen umudun ve beklenen dayanışma ruhunun zirveye ulaşması, ardından ülkenin her bir tarafına dalga dalga yayılmasıdır.

Örneğin “nerede o eski bayramlar” diye öykünürüz zaman zaman… Yeterli mi? Değil elbette, “komşuluklarımızı, akrabalıklarımızı” da özleriz. Çünkü onların içinde riya yoktur, onların içerisinde gösteriş, bir beklenti ve çıkar hesabı olmadığı için özleriz o eski günleri. Gelecek nesillere anlatacak bir hikayemiz olsun, tarihe not düşelim ve “Vay be! Ne günler yaşanmış” dedirtmektir belki de beklentimiz. Kerpiçten duvarları, topraktan sıvası, kireçten badanası olan evlerin o küçücük mutfak pencerelerinden tüten tarhana çorbası kokusundaki masumiyettir. Sokak arasında oynadığımız bezden topun peşinde koşarken akan terlerimizi silerek komşunun çeşmesinden içtiğimiz soğuk suyun tadıdır özlediğimiz. Lapa lapa yağan karın altında yürürken kayıp düşenlere gülmektir belki de özlememiz, belki oradaki kartopundaki şakalaşmanın enerjisi ile yaptığımız kardan adamların burnundaki havuz gözlerindeki kömür karasıdır…

Of… Nerelere gittik… Eskişehirspor’un 1965 ruhundan ne hikayeler çıktı... Bir film şeridi geçti gitti gözlerimizin önünden. Yapay zeka ve sosyal medya fenomenlerinin ulaşılmaz ve anlaşılmaz hafifliğinin toplumsal dinamiklerin temeline koyduğu dinamit lokumuna isyandır, yolsuzluğa, uğursuzluğa, inançsızlığa tepkidir aradığımız o ruh… O sadece 1965 ruhu değildir, geçmişimizdir. Fabrika ayarları, kuruluş ilkeleri dediğimiz samimiyettir, belki de kapıdan çıkarken sallanan bir el, geriye dönüp sallanan ele gösterdiğimiz tebessümdür.

Atatürk stadının kapılarına yaklaşırken duyduğumuz o nefis tükrük köftesinin kokusunu hatırlar mısınız? Acaba yarım ekmek köfte alabilir miyim diye cebinizin dibini karıştırdığınız, bazen de nasılsa stada girerken cebimizden alırlar diye düşündüğünüz bozuk yaralarınızı değerlendirmek için girdiğiniz o çekirdek kuyrukları mıdır sizi 1965 ruhunu aramaya iten… Yoksa rahmetli Amigo Orhan’ın sahanın ortasında dünyanın en büyük orkestra şefliğine soyunduğu anlara olan hasretiniz mi?

Neyse iyi ki geçmişimizi, yaşadıklarımızı unutmuyoruz, unutturmuyoruz… Bir özlem de olsa, bir pankartta olsa bir ruhu geri çağırmak için mücadele ediyor, geleceğe bir hikaye yazıyoruz…

Herkes aradığı ruhu bulur mu bilmem ama biz Eskişehir olarak o ruhla yoğrulanların şehri ve çocukları olarak o ruhu geleceğe taşımaya çoktan karar vermişiz…