Dün dikkatimi çekti Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Celalettin Kesikbaş tarafından çok güzel bir görsel ile birlikte, “TÜRKİYE’NİN LİMİT AŞIM GÜNÜ” başlıklı bir paylaşım yapılmış. Bu paylaşımın altında ise şu not düşülmüş; “Ne yazık ki bu yıl Limit Aşım Günü’ne çok daha erken ulaştık. Nedir? Limit aşım günü: Türkiye, bir yıl içerisinde tüketmesi gereken doğal kaynaklarını dünya ortalamasından çok daha kısa bir sürede (bugün itibarıyla) tüketmiş oluyor. Bu tablo, tüketim alışkanlıklarımızı, üretim modellerimizi ve çevreye bakış açımızı yeniden düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Daha sürdürülebilir bir gelecek için birlikte harekete geçmeliyiz!”
Öncelikle böyle zeka ürünü bir paylaşım dolayısıyla ESO Başkanı Sayın Kesikbaş ve ekibini kutladığımı belirtmeliyim. Ve şunu da iyi biliyorum ki bu yazı öyle çok fazla ilgi çekip birileri tarafından uzun uzadıya okunacak bir yazıda olmayacak. Zira popülist ve dedikodu içerikli bir yazı değil.
Kimileri şöyle diyebilir: “Ne var böyle bir paylaşımda?” veya şöyle de sorabilirler soruyu “Bize ne limit aşımından?” Tabi ki, eğer bu sorulara sağlıklı bir cevap verebilecek konumda olsa idik, zaten ”Türkiye’nin limit aşım günü” diye bir gerçekle yüzleşmezdik.
Aslında kısa ve öz mesajda gerçekten çok çarpıcı veriler mevcut. Şöyle düşünün 1 yıllık süreçte tüketeceğimiz enerjimizi ve doğal kaynaklarımızı daha yılın ilk altı aylık bölümünde tüketmişiz. Şöyle düşünün bir yılda tüketeceğimiz petrol ürünlerini, bir yıllık gıda ürünlerimizi 6 ayda ve en önemlisi sınırsız zannettiğimiz kaynaklarımızı bugün bir önceki döneme göre daha fazla tüketmişiz.. Peki, “Verimlilik bu işin neresinde?” derseniz hiç oraya girmeyelim diyenleri duyar gibi oluyorum.
Biz öyle verimlilik, inevasyon, üretim ve çevreye bakış açılarımızı değiştirmek gibi konular ile pek meşgul olmaktan hoşlanmayız. Bizim son yıllarda geliştirdiğimiz en önemli özelliğimiz tüketimi toplumu olmak değil mi? Her şeyi hızla tüketiyoruz. Örneğin teknolojiyi bile üretenlerden daha hızlı tüketiyoruz. Üretenlerin hızı bizim tüketim hızımıza yetişmekte zorlandıklarını düşünenlerdenim. Böyle olunca önce zihinsel bir tembelliğe ve köleliğe, daha sonra da aktivasyonunu kaybetmiş bir obez topumla dönüşüyoruz.
Halbuki geçmişimizde birinci önceliğimiz “tasarruf”tan başka bir şey değildi. Öyle güzel öğretilerimiz, değerlerimiz vardı ki… Örneğin bugünkü kuşakların anlamakta zorlanacakları “bereket” kavramı daha evin en küçük üyesi olduğumuz günlerde bize öğütlenirdi. Ekmeğimiz, suyumuz, soframızdaki yemeğimiz asla israf edilmez, dökülmezdi. Şimdi öyle mi? Çünkü geçmişteki üretimde analarımızın, babalarımızın emeği vardı. Tarla sürülür, ekilir, biçilir, harman yapılır, değirmene gidilir, un elenir ve ekmek yine analarımızın elinden çıkardı. Öyle süte, tereyağına, yoğurda kolayca ulaşılmazdı. Bunların hepsi emek isterdi. Onun için “Emeksiz yemek olmaz” derdi büyüklerimiz. Bugün her şey hazır.. Gidin restoranların arka kapılarına bakın dökülen saçılan ekmeklere yemeklere… “Bunların ne alakası var ESO’ nun paylaşımı ile?” diyenleriniz olduğunu biliyorum. Bütün bunlar insanın bugüne ve yarınlara dair düşüncelerinin gelişip değişmesinde ilk adım ve anahtar rolü oynar.. Eğer zahmetle elde edilen ürettiklerinizin kıymetini bilirseniz asla limitleri aşmazsınız?
Bizim toplum olarak gelişmeye muhtaç en önemli yönümüz galiba tüketim toplumundan en kısa yoldan dönerek, üretim toplumuna yönelecek yüzümüzdür. Yoksa yarınlar hepimiz için bugünden daha zor geçecektir.