Fıkra bu ya; Tımarhanede her hafta doktor delileri muayene ediyormuş. Her defasında da aynı şeyi soruyormuş. Gariban bir deliye oradaki hasta bakıcılardan birisi çok acımış ve doktorun sorduğu sorunun cevabını ezberletmiş. Sonra hafta başı gelince o da iyi oldum diye diğer deliler ile birlikte muayene sırasına girmiş. Sıra ona gelince doktor o malum soruyu ona da sormuş. Gariban deli, cevabı yapıştırmış. Doktor'da kendisine "Aferin sana! Bu sorunun cevabını nasıl çözdün?" deyince eliyle kafasını gösterip, "Doktor bey buna saksı derler saksı" cevabını vermiş.
Aslında fıkranın bize anlattığı tam anlamıyla “öğrenilmiş çaresizlik” ten başka bin şey değil. A.Norman'a göre öğrenilmiş çaresizlik, “bir canlının yaptığı davranışla kontrol altına alamadığı durumun etkisi ile sonradan kontrol altına alabileceği durumlar söz konusu olduğunda herhangi bir davranış sergilememesi şeklinde tanımlanmıştır”
Bugün “öğrenilmiş çaresizliği” sadece canlılar üzerinde değil sosyal varlıklar üzerinde de görmek mümkündür. Örneğin siyasetteki algı yönetimine teslim olmuş siyasi yapılara bir bakalım.
Eğer birileri güçlü bir görüntü sergiliyorsa herkesin ona güçlü nitelemesi yaptığına, çöktü çöküyor diye bir algı yönetimi yapılıyorsa bu oluşan olumsuz tabloyu değiştirmek için yapılabilecek bir şey olmadığı kanaatine varıldığına tanıklık ediyoruz.
Siyasi partileri de bir canlı organizma gibi değerlendirdiğimizde ne demek istediğimiz çok daha net bir şekilde anlaşılır. Somut örnekler vermek yerine so6n günlerde siyasi arenada yaşananlara bir bakalım ne demek istediğimiz anlaşılır. Biri çıkıyor diyor ki, “Ben 500 kişiyle birlikte partimden istifa ettim.” Vatandaşın algısı şu, “Aaaa. Bak filanca partiden şu kadar kişi istifa etmiş!” Hiç kimse “Nerede bu 500 kişi?” diye bir soru sorma ihtiyacı duymuyor. Tersinden bakalım, “500 kişi A partisine geçti” denilince şöyle bir sorgulama yapılmıyor; “Nerede bu 500 kişi?” Olumsuz algıyı yıkmak için yapılan mücadele B partisinde her türlü çalışmayı gölgeliyor. Yani boşuna bir enerji tüketimi ile zaman harcanıyor. Yapılan hiçbir düzeltme algıyı değiştirmeye yetmiyor. Ya da sonucu değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini düşünerek “vazgeçme” psikolojisine teslim olunuyor. Bunun adı da “siyasette öğrenilmiş çaresizlik” diye konulabilir. Özetle geldiğimiz noktada insanın tüm yaşamını teslim almış öğrenilmiş çaresizlik sebebiyle neler kaybettiğimizi bir fark edebilsek…
Öğrenilmiş çaresizliğin tek ilacı eğitim. Eğitimli bir toplumda büyük çoğunluğun algı yönetimlerine teslim olmadığına tanıklık ederiz. Zira eğitimli toplum sorgular, araştırır ve somut bulgular üzerinden karar verir. İşte o eğitimli, araştıran, sorgulayan ve somut sonuçlar üzerinden karar verebilen toplumlara “gelişmiş toplum” onların yaşadıkları ülkelere de “gelişmiş ülkeler” diyoruz. Bugün Ortadoğu da yaşanan onca acının, onca büyük vahşet karşısında suskun kalmanın en önemli sebeplerinden birisi hala o toplulukların “gelişmiş” ve de en önemlisi “eğitimli” toplumlar olmamasından kaynaklanıyor.
Tek taraflı propaganda araçlarını en iyi şekilde kullanan İsrail yönetimi kendi sebep olduğu vahşet yerine, karşı tarafın saldırılarının görüntülerini yayınlayarak ya da medya kuruluşlarına yayınlatarak dünyada kendisine haklı siyasi bir jeopolitik alan açabiliyor. Ne yazık ki Ortadoğu toplumlarında ise cılız sesleri de sadece “oğlum Reşit kendin söyle kendin işit” özdeyişine uygun olarak kendileri söyleyip kendileri dinliyorlar. Halbuki öğrenilmiş çaresizliği yenmenin yolu mutlak ve büyük resimden dünyaya ve hayata bakmaktır