Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük depremlerinden biri olan 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden tam 25 yıl geçti. 25 yıl önce resmi rakamlara göre 22 bin vatandaşımızı depreme kurban verdik. 25 yılda depremden ne kadar ders aldığımızı ispat edercesine geçtiğimiz yıl 6 Şubat tarihinde Cumhuriyet tarihinin en büyük depremini yaşadık. Yine resmi rakamlara göre 54 bin civarında vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu depremin ardından sadece Türkiye değil dünyanın nerede ise tüm ülkeleri harekete geçti ve yine binlerce insanımız enkaz altından kurtarıldı. Yani Marmara depreminin üzerinden çeyrek asır geçtikten sonra yine Marmara depreminin sebep olduğu can kayıplarının iki katından fazla (Özellikle belirteyim resmi kayıtlardan söz ediyorum) canımızı bir başka depreme kurban veriyorsak burada bir yanlışlık, gariplik var demektir. Yani bir önceki depremden hiç ders almamışız, hiçbir tedbiri hayata geçirememişiz, bunun başka izahı da yok. Yani sadece kayıpları telafi etmek yaraları sarmaya çalışmak ile vakit kaybetmişiz. Yeni ve olası depremlere karşı ise hiçbir önlem almamışız. Bunu söylerken asla birilerini suçlamak gibi bir niyetimiz yok. Ancak önlem dediğimizde herkes konuşuyor. Herkes bir şeyler söylüyor ama icraata geldiğinde kim ne yapacak bu konuda bir adım atılmıyor ya da atılan adımlar yetersiz kalıyor.
Geçtiğimiz gün depremin yıldönümü dolayısıyla hemen ilgili ilgisiz her kesimden açıklamalar geldi. En dikkat çekici açıklamalardan birisi Odunpazarı Belediyesi Meclis üyesi MHP’li M.Enes Süzen’in açıklamalarıydı. Sayın Süzen nokta atışı bir çalışmanın olası sonuçları üzerinden bazı bilgileri paylaşarak ilgili belediyelere çağrıda bulunuyor. Aynı zamanda mimar olan Süzen Cumhuriye Mahallesi’nde olası bir depremde olacakları şöyle paylaşıyor: “Bilim adamlarının tespitine göre şehrimizi son 100 yıllık geçmişi göz önüne alındığında Eskişehir fay hattında 2030 yılına kadar ki süreçte 6,4 büyüklüğünde bir deprem beklenmektedir. Prof. Dr. M. Haluk Çelik başkanlığındaki heyetle yapılan çalışmada, İlimiz Cumhuriye Mahallesinde, olası bir depremde meydana gelebilecek tahmini hasar, 34 bina hafif, 123 bina orta, 117 bina ağır, 139 bina da çok ağır hasarlı yıkılma riski çok yüksek olabileceği tespit edilmiştir.”
Peki, burada yapılması gereken nedir? Çok basit, mahalle bazlı bir çalışma yapıp mahallenin aktörlerini, daha doğrusu vatandaşı ikna edip en az hak kaybı ve en yüksek rantı vatandaşa vererek sorunu kısa sürede çözüme kavuşturmak zor olmasa gerek. Bir şehri bütün olarak ele almak yerine hızlıca noktasal değerlendirmeler üzerinden ortak aklın gerektirdiklerini yapabilmek daha kolay bir şey değil midir?
Eskişehir’de çok genç ve işini iyi bilen İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı ve yönetimi var. Onlarında uzun süredir belediyeler ile yürüttükleri bir çalışma olduğunu biliyoruz. Onlarında gözlem ve deneyimleri ile noktasal raporları üzerinden bir çalışma yapmak mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Bütün buna rağmen Eskişehir’de uzun yıllar yürütülen ağır siyasal kutuplaşma politikalarının sonuçlarını görmezden gelmek mümkün değil. Ancak unutmayalım ki deprem olduğu anda, “Bu AK Partili bunun evini daha az sallayayım, bu CHP’li onu da enkaza gömeyim, Bu Cumhur ittifakına oy verdi, bu muhalefet partilerine oy verdi” diye ayrım yapmıyor ki. Ölenlerin, enkaz altında kalanların siyasi kimliklerine bakmıyoruz. Sonuçta hepimiz bu şehrin ve bu ülkenin çocuklarıyız. O halde eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse muhtemel doğal afetlere karşı ortak aklın ve bilimin gerektirdiklerini hayata geçirmeliyiz ki acılarımız ve kayıplarımız daha az olsun. Yoksa bile bile gelen bir felaket karşısında daha ne kadar elimiz kolumuz bağlı sadece laf üretmeye devam edeceğiz?