Geçtiğimiz gün otobüsle işe geliyorum. Hemen arka tarafımda ikisi orta yaşlı, ikisi de genç dört kadın karşılıklı konuşuyorlar. Giyim kuşamlarına baktığınızda orta gelir grubuna mensup oldukları ve mütevazı birer aile ferdi oldukları anlaşılıyor. Birisi “Filistin, F-16, İncirlik Üssü” diyecek oluyor. Bir diğeri diyor ki, “Hiç haber izlemiyorum. Olanları da bilmiyorum. Benim tek derdim var o da geçim. Beyimin aldığı emekli maaşı artık hiçbir şeye yetmiyor. Valla bende çocuk falan bakmayı düşünüyorum” diyor. Bir başka diyalogu paylaşmak isterim. Komşum ile sabah çay içerken bir taraftan da TV’den haberleri izliyorum Komşumun söyledikleri beynimi tırmalıyor, “Hiç Televizyon seyretmem. Haberlere ise hiç bakmıyorum!”
Yukarıdaki sözleri duyunca uzun uzun uzun düşündüm. Artık arkamdaki diyalogları duymaz hale geldim. Son durağa geldiğimizde yanımdaki vatandaş beni uyarmasa farkına bile varmayacağım. Otobüsten indikten sonra tramvay durağına doğru yürürken de gördüğüm insanların da benzeri duygular içerisinde olduğunu düşünmeye başladım. Şehirdeki insan böyle ise kırsaldaki vatandaşın hali nicedir diye de düşünmeden edemedim. Gerçekten toplumun fotoğrafını vermesi bakımından çok önemli bir diyalog…
Siyasetçilerin bir şeyleri değiştirmek adına o kadar seslerini yükseltmelerinin bir anlam ifade etmediğinin en önemli göstergesi… Tıpkı komşusunun evi yanarken karşısına geçip elindeki sigarayı yakmaya çalışan vatandaşın hikayesi gibi. Gördüm ve anladım ki normal sıradan hayatın içinde bizim ortasında gezdiğimiz düşünce dünyasının etkisi gerçekten sıfır.
Peki, ne ara bu kadar duyarsız olduk? Sorunun cevabı aslında belli değil mi? Toplumun hafızasına yerleşen çaresizlik duygusu “ne yaparsak yapalım bazı şeyleri değiştiremeyiz” ise bu gelişmenin önüne geçmek çok büyük bir sıkıntı. Beyne yerleşen bu algı topla, tüfekle, tankla yıkılacak bir duygu değildir. Bazen insanı inandırmak o kadar zordur ki… Ümitsizlik algısı da içeren bu duygu bazen insanın beyninde “Berlin Duvarı”ndan daha kalın ve aşılması güç bir engel oluşturuyor. Bir gazeteci olarak bu duyduklarım karşısında gerçekten utandım diyebilirim. Burada suçun tamamını vatandaşa yüklemek onu suçlamak kolaycılık olur…
Yukarıdaki diyaloglardan da anlıyoruz ki geçim derdine düşmüş insanlar etrafında olan bitene hiç ama hiç ilgi duymuyorlar. Bu kadar değil elbette. İnsanların yaşama sevinçlerinin de kaybolmaya başladığını hissediyoruz. Geçim derdi bölgemizdeki büyük yangının bile farkına vardırmayacak, gündelik haberlerin takibinin bile önüne geçiyorsa bunun sosyolojik bir inceleme konusu yapılması gerekir diye düşünüyorum.
Peki, bu gerçeği siyaset yapanlar görmüyor ve duymuyorlar mı? Hem görüyorlar, hem de duyuyorlar da ellerinden gelen bir şey olmadığını, çaresizce beklediklerini hissediyorum. Yoksa üç kere meclis gündemine gelen emeklilerin maaşları ile ilgili düzenlemenin yapılmasına “hayır diyebilirler miydi?” Hem de TÜED Şube Başkanı Arif Duru’nun feryat figan, “Emekli sosyal yardıma muhtaç hale geldi. 7 Bin 500 TL emekli maaşı alan emekli sosyal yardıma başvurmanın koşullarını sağlıyor” diye söylemesine rağmen.
Bir insan eğer tüm mesaisini geçim mücadelesine ayırıyorsa bunu geçici önlemler ve öteleyerek düzeltmek mümkün müdür?