Toplumun nabzını tutmak için ya taksi duraklarına, ya berber dükkanlarına veya kahvehanelere uğrayıp orada olan bitene kulak kabartmanız yeterli olurdu.. Oralardaki muhabbetler her zaman keyifli olmayabilir ama benim için oralardaki bazı halk profesörleri vardır. İsimlerinin başına profesör yazılmasa da onlar iyi bir dinleyici, iyi bir analist ve yine iyi bir yorumcudur benim gözümde. Öyle fazla okula gitmelerine gerek de yoktur. Lisans, yüksek lisans falanda yapmalarını gerektirecek bir durumda söz konusu değildir. Çünkü onlar eğitimlerini halk üniversitesinde uygulamalı almışlardır. Hani bir ara Milli Eğitim Bakanlığı’nın “hayat boyu öğrenme genel müdürlüğü” vardı. Biz onu sevgili hemşehrimiz akademisyen Prof. Dr. Mustafa Kemal Biçerlinin Genel Müdürlüğü döneminde pek sık duyar olmuştuk. (Prof. Dr. Biçerli hoca bakanlıktan üniversiteye dönünce o işlerde bir kenara bırakıldı. Bunu da bir not olarak kenara yazalım.) Halbuki Halk Profesörleri ilginç insanlardır. Hiç olmayacak zamanlarda öyle bir şey söylerler ki ağzınız açık kalır.

Öte yandan geçtiğimiz günlerde şehrin dört bir yanına Büyükşehir Belediyesi tarafından bir pano asıldı. Orada projeden bahsediliyor. Panoda, “Bi’ fikirle hep birlikte Eskişehir” adını taşıyor ve “Kentimizi geleceğe ortak akılla hazırlıyor 2026 yılı bütçemizde sizlerinde imzası olsun istiyoruz. 6 Temmuz’a kadar projelerinizi gönderin yarınlar bizim olsun” bilgilendirmesi de yapılıyor. Ayrıca panoda bir QR kodu uygulaması da yer alıyor.

İki konunun birbiri ile ne bağlantısı var. “Dam başında saksağan, vur beline kazmayı” mantığıyla bir şeyler demeye çalışıyorsun diyebilirsiniz. Durun bakalım acele etmeyin anlatacağım…

Hani geçtiğimiz günlerde Çay Ocağı İşletmecisi bir dostumdan söz etmiştim. Ali Osman Gökçay’dan söz etmiştim ya… İşte o arkadaşımızla sabah saatlerinde gazeteye gelirken yine selamlaştık. Bu defa çay ısrarını kıramadım. Biraz da sohbet ettik. Ali Osman Bey Türkiye’nin çok hızlı geliştiğini, bir tüketim toplumu olduğunu, teknolojiyi çok kısa sürede eskittiğini anlattıktan sonra ilginç bir şey söyledi. “Biz teknolojiyi kullanmadan eskitiyoruz. Bizim bugün her birimizin cebindeki bir bilgisayar ayarındaki telefonlar var ya işte onlar Japonya da bile yok. Ancak biz toplum olarak çok meraklıyız. Sahip olduğumuz teknolojiyi bile kullanamıyoruz. Ben şurada oturuyorum. Sadece bir telefon kaydettirmek için insanlar bana geliyor. Teknolojiyi kullanmak içinde bir eğitime ihtiyaç var. Benim buradan önerim belediyeler halka elindeki teknolojiyi kullanmak için eğitim vermeli. Ben belediyelerin yerine olsam bunu yaparım.”

Bu sözlerin üzerine gerçekten olabilir mi diye sormaya bile gerek yok. Yine Sevgili Ali Osman bey, “Vatandaş bankamatik kartını kullanmayı bilmiyor, telefon kullanmayı bilmiyor, telefona numara kaydetmeyi bilmiyor. Bunların eğitiminin verilmesi gerekir” değerlendirmesinde de bulundu. Hadi buyurun işte size “Bi’fikir.”

Yani anlatmak istediğimiz şey çok basit. Kahvehaneler, berberler, taksi durakları ve daha niceleri hepimize “Bi’fikir” verebilir… Yeter ki değerlendirmesini bilelim. Tıpkı Halk Eğitim merkezleri, Meslek Edindirme Kursları gibi “Halkı gerçekten eğitecek, çıtayı bir tık yukarıya çekecek” bir öneri.. Şimdi o meslek guruplarını ve sohbetlerini niye önemsediğimi, kahvehaneleri niye sevdiğimi anlatabildim mi size…