Yılın ilk 6 aylık enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Herkesin gözü Haziran ayında açıklanacak enflasyon rakamlarında idi. Nihayet TÜİK hem Haziran ayının hem de yılın ilk 6 aylık bölümünün enflasyon rakamlarını açıkladı. Haziran ayı enflasyon rakamlarını merakla(!) bekleyen emekliler de “derin bir oh!” çekti. Herkes derin derin nefes aldı ve Temmuz ayında maaşlarına ne kadar zam yapılacağını öğrenmiş oldu. Bu arada hesap kitap bilmeyenler içinde malum medya “hesaplama yöntemleri” adı altında yeni bir gelişmeyi(!) kamuoyuna duyurmak için canhıraş bir çabanın içerisine girdi. Müjde üstüne müjde(!) haberleri ile emeklinin beklentilerini karşılamaya çalışanlar bu defada emeklilerin hesap kitap yapamayacağı(!) kadar büyük rakamları hesaplamak için yöntem arayışlarına girdiler.
Hepi topu yüzde 16.67’lik yeni zammı hesaplamak için kolları sıvayan uzmanların(!) açıklamalarına sayfalar dolusu yer ayrılmaya başlandı. Ne kadar komik değil mi? İşin aslına bakarsanız çok trajikomik bir durumla karşı karşıyayız…
Yemin olsun ki enflasyon rakamlarının düşük ya da yüksek hesaplanması ile ilgili tartışmalara kızmıyorum. Enflasyonun düşük çıkmasından da hem insanımız hem de ülkemiz adına mutlu olurum. Çünkü enflasyon garibanın cebini kemiren, alt gelir guruplarını ezen ve toplumun katmanları arasındaki uçurumu derinleştiren yoksulların en büyük düşmanıdır. Benim kızdığım ya da benim gibi düşünenlerin kızdığı en önemli konu insanlar ile alay edilircesine “Müjde” başlıkları ile birilerinin algı yönetimi yapmak adına yürüttüğü çabalara destek vermek için düştükleri komik durumdur.
Enflasyon bu ülkenin gerçeğidir. Enflasyonla yaşamak bu coğrafyadaki insanların adeta kaderi olmuştur. Yüksek tansiyon- yüksek şekerle yaşamaya alıştığımız gibi ne yazık ki yüksek enflasyonla yaşamaya da alıştırıldığımızı fark ediyoruz.
Tamda “ağam benimle eğlenir misen?” film repliğindeki gibi bir durumla karşı karşıyayız. Söz konusu olan gariban, dar gelirli ve emekliler olunca, “olsa dükkan senin!” , kendilerine gelince “Oh hayat ne rahat!” oluyor. Dikkat çekmeye çalıştığımız bu çarpık tablodan başkası değil. Bazıları yandaşlıkla, yalakalığı karıştırıyor. Yalakalıkları görünce yandaşlara dua edesim geliyor.
Yeri gelmişken nakledeyim. Merhum İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif çok sert mizaçlı ve prensipleri olan bir adamdır. Bir gün hasta yatağında iken yine zamanın büyük şairlerinden Süleyman Nazif kendisini ziyarete gider. Sohbet ederlerken merhum Akif; “Nazif artık ikiyüzlü insanları sever oldum” deyince Süleyman Nazif bir hayli şaşırır ve Sorar Akif’e, “Hayırdır üstat ne oldu sana?” Mehmet Akif o içtenlikle döner kendisine şunları söyler; “Nazifçiğim on yıllar boyu ikiyüzlü insanlardan boşuna nefret etmişim. Zira şimdi görüyorum ki 20 yüzlü insanlar çıkmış!”
İşte o sebeple “yalakaları görünce, yandaşlara dua edesim geliyor” diyorum. Elbette gazetecinin de bir fikri vardır. Ancak gazetecinin ilk görevi toplumun vicdanı olmaktır. Şükür bugüne kadar ne yandaş oldum, ne de candaş. Elimden geldiğince içinde yaşadığım toplumun vicdanı olmaya çalıştım. Kafamdaki fikrimle ne karşı mahalleyi, ne de onun karşısındaki mahalleyi topa tutmayı düşünmedim. Bugün toplumun gerçekleri ortada. Emekli, dar ve sabit gelirli kesimler, çiftçiler, esnaflar, asgari ücretliler, özel sektör ve kamu çalışanları hemen herkes zorda. Ancak birileri hala aklımızla dalga geçme peşinde. Ne diyelim? Allah sonumuzu hayretsin!