Siyasetin gündemi ülkenin ve şehrin de gerçek gündemlerini gölgelemeye devam ediyor. Geçtiğimiz gün Kütahya’nın Simav ilçesinin merkez olduğu 4,9 büyüklüğündeki deprem Eskişehir’in önemli bir bölümünden de hissedildi. Gece yarısı meydana gelen deprem insanlar arasında korku ve paniğe neden oldu. Nasıl olmasın ki?

Bir süredir Eskişehir’in çevresinde meydana gelen depremlerin Eskişehir’den de hissedilmesi ve 25 yıl içerisinde ülkemizde meydana gelen iki büyük ve irili ufaklı diğer depremler bilinçaltımızda hep “acaba?” sorusunun yer almasına neden oluyor. Dünyanın pek çok ülkesinde deprem oluyor. Hem de öyle böyle değil. Yapı stoku kerpiçten oluşan ülkelerde ve yine yapı stoku deprem yönetmeliklerine göre yapılmış ülkelerde depremlerin sebep olduğu can kayıpları son derece sınırlı kalırken bizim gibi ülkelerde ne yazık ki deprem gerçeğini göz ardı edilerek sözüm ona modern görünümlü albenisi yüksek yapılaşmalara rağmen can kayıpları çok yüksek oluyor.

Geçtiğimiz yüz yılın sonunda 17 Ağustos 1999 ve bu yüzyılın ilk çeyreğinin bitimine yakın zamanda Gölcük ve Kahramanmaraş merkezli depremlerde kaybettiklerimizin sayısı resmi rakamlara göre 100 bine yaklaşıyor. Maddi kayıplarımız bir tarafa insanlığı seferber edecek kadar yüksek can kaybına rağmen acaba bu büyük depremlerden yeterli dersleri çıkarabildiğimizi düşünen var mı?

Ben olaya Eskişehir çerçevesinden baktığımda emin olun üzülüyorum. Neden mi? “Hemen yıkılması gereken6-7 bin bina”dan söz ediliyor. Ve en önemlisi ana arterleri bitişik nizam ve 1999 depreminden önceki kriterlere göre yapılmış ve yorgun yapı stokundan ibaret Eskişehir’de endişe ile yaşamamak mümkün değil. Yapılması gerekenler belli. Yapı stokunun bir an önce yeni yönetmelikler çerçevesinde yenilenmesi ve yeni yapılaşmanın da şehir merkezine nefes aldıracak şekilde düzenlenmesinden ibaret olmasına rağmen gerçekten hızlı hareket ettiğimiz söylenemez.

Kentsel dönüşüm ile ilgili çalışmaların ağır aksak sürdürülmesi ve şehir merkezindeki yenilenmenin bile kaplumbağa adımlarından daha ağır gerçekleşmesi ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bazı mahallelerde hızlanan yapılaşmanın cadde ve sokak bazında bile değişime uğramadan sürdürülmesi hangi derdimize derman olur?

Yahu Eskişehir ile ilgili gerçek anlamda siyasi endişelerden arındırılmış, kişi ve kurumlar arasında samimi ve sağlıklı bir işbirliği ile mümkün olabilecek çözümler için ne yazık ki harekete geçilebilmiş değil. Derdim kimseyi suçlamak değil. Ancak bugün dünden, yarın bugünden daha süratli bir hareket kabiliyetine ulaşmamız gerekirken ne yazık ki bir anlamda yerinde saymaya devam ediyoruz.

Bu eleştirilerim hiçbir şey yapılmıyor anlamına da gelmiyor. Ancak somut adımların kamuoyu tarafından bilinmesi ve hissedilmesi gerekmez mi? Bu şehrin aktörlerinin bir araya gelerek geleceğimizin şekillendirilmesi bağlamında hızlıca adımların atıldığını gösteren somut veriler ortaya koyması gerekir. Herkes uyarıyor ama bu uyarıların sadece sözde kaldığı gerçeğini de hepimiz biliyoruz.

Bugünlerde deprem gerçeği hiç birimize kendini unutturmuyor. Yarınlarda pişman olmamak için güven ortamını oluşturacak karşılıklı iyi niyet adımlarının atılması şehrin tüm aktörlerinin birincil görevidir. Denilir ki, “teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur!” Acılar yaşandıktan sonra yaraları sarmaya çalışmanın bir esprisinin olmadığını hepimiz biliyoruz.